17 Ağustos 2011 Çarşamba

ÇOK MU BÜYÜTTÜM AŞKI GÖZÜMDE AŞK MI KÜÇÜLTTÜ BENİ BÖYLE

Bazen bir cümlenin çok şey ifade ettiğini hissederiz, fazla şey… Yığınlarca düşünceden, düşe düşe  bir cümledir dilimize düşen, tek bir cümle… Şerhe gerek yoktur. O cümleyi söyleriz ve bitmiştir artık bizim için, başkaları o cümleyi bizim kadar anlayamasa da; söylenmesi gereken söylenmiştir. Bizim içindir o cümle, anlaşılmasına gerek de yoktur.
Buna rağmen insan, anlaşılmak isteyendir. Diline düşmüşse bir cümle, anlaşılmak isteğidir düşüşünün sebebi. Çünkü dil, anlatmak için vardır. En çok da kendi kendine anlatmak, kendine kendini anlatmak için. Ve anlamak için; şekilsiz, renksiz, kokusuz düşünceleri. Sözcük; düşüncenin şekli, rengi ve kokusu değil midir?
Anlam ise anlamak içindir, anlatmak için değil. Dolayısıyla düşen her cümle bizi anlamaya doğru bir adım yaklaştırır, anlatmaya doğru değil. Hani derler ya, kendinizi bir cümleyle nasıl anlatırsınız? Aslında bu soru; “kendinizi bir cümleyle nasıl anlatamazsınız?” şeklinde sorulmalı. Cevap verecek olursam, işte bu cümleyle cevap veririm: “Çok mu büyüttüm aşkı gözümde, aşk mı küçülttü beni böyle?” Hayatımın anlamını tam olarak hiçbir cümle anlatamayacaktır fakat anlam kıyısına en çok yaklaşabilen cümle, yani kendimi bir cümleyle anlatamadığım cümle; budur.
Üç harfin etrafında dönüp dolaşan bir yaşam, anlayamadan, anlatamadan… Arayan, bulduğu halde arayan, bulduğunu anlayamadığı için hep arayan… Aşkın yanı başında aşksızlıktan yakınan… Bazen deliren, bazen içlenen, bazen gülüp geçen, bazen geçemeyip kalan, gülerken ağlayan… Konuştukça konuşan, ne konuştuğunu bilmeden konuşan, düşündükçe konuşan, konuştukça düşünen… Yaşamayı bilmeyen, insanı tanıyamayan, boşluklardan boşluk devşiren… Kimi zaman hayatı doğmak ve ölmek arasındaki zaman diliminden ibaret sanan…  Kimi zamansa en büyük edebiyatçıdan daha büyük edebiyatçı, en usta filozoftan daha filozof… Kendini beğenen, kendinden nefret eden… Ve küçüldükçe küçüldüğünü hisseden… İnsan basit olduğunu kabul edense, etmeyenlerin insanlığını reddederek kaçan, kaçarken kaybolan, kaybolunca bulan, bulduğundan bihaber tekrar ve tekrar arayan… Ne aradığı bilgisinden yoksun, üç harfi yan yana getirip “aşk” derken anlamsızlıktan kıvranan, kıvrandıkça kusan, kusup kusup temizleyen ve temizlenen…
Evet, dönüp dolaşan bir yaşam, ne döndüğünün ne dolaştığının farkında…  Artık olduğu yerde kalmak isteyen bir yaşam, kalakalmak, donmak, durmak, bakmak sadece, öylece bakmak isteyen bir yaşam… Baktığı şeyi anlatmak istemeden, anlaşılmak da istemeden, salt anlama gark olmayı bekleyen bir yaşam…
Hiçbir işi olmadığı halde ve yetişeceği de hiçbir yer yokken, yolda hızlı hızlı yürüyen bir adam gördüysek; o adamın diline düşürmeye çalıştığı çok şeyler olup, bir türlü düşmüyordur belki. Belki de birilerine bir şeyler haykırmak istiyordur, aslında kendine haykırmak istediğini bilmeden… Belki artık hiçbir şey umrunda değildir.
Belki hayat bazen sebepsizce hızlanıp, sonra sebepsizce yavaşlamaktan ibarettir.
Önemli olan; hızlandığın anlarda yönünü doğru tayin edebilmektir.
Mustafa ÇOLAK
mstfacolak@gmail.com
yazı kaynağı: izdiham.com

Hiç yorum yok: