20 Mart 2012 Salı

BAZI GÜNAHKAR KADINLAR MUTLUDUR

Kendimizi adayacağımız güzel çocuklarımız olması ümidiyle Aydoğan K’ya.
İntihardan daha sevimlidir çocuklar.


Bazı günahkâr kadınlar mutludur. Umutsuzluğun ağırlığı binmiştir bazılarınınsa gözlerine. Diğerine özenip sorar; “Neden mutlu olamıyorum?” diye kendine. İnsan her yerde mutlu olabilir, düşünmediği sürece.

Duştan çıkınca çekti battaniyeyi kafasına ve biraz olsun uyumaya çalıştı. Düşünmemek öğretilmişti ona. Panikle, hızla kovaladı aklından geçenleri. Aksi takdirde depresyon, geliyorum demekteydi. Düşünmekten kaçmalıydı, özellikle kötü iş yapacağı zaman. Çünkü kötülüğe izin vermezdi iyi bir düşünce. Nihayetinde yakalanmaktan da kurtulamıyordu. Kurtulamayacağını da en başından biliyordu oysa. Zaten kurtulmak da istememekteydi. Düşünmeden yaşamak, ona göre değildi.

Her şey durulup da yalnız başına kaldığında sokaklarda, bastırırdı yine hafakanlar. Gece yarısı, sokak arasına park etmiş bir arabanın yan camına kafa atıp, incecik boğazını cam kırıklarına teslim etmek geçerdi içinden çoğu zaman. Yapamazdı. Haykıra haykıra kendiyle konuşur ama gören olur mu diye etrafına bakmaktan da kendini alamazdı. Gideceği yeri unutur, her zaman döndüğü sokağı bir türlü çıkaramazdı böyle zamanlarda. Kafasının allak bullak olduğunu fark etmesiyle vazgeçmişliği ve umursamazlığı iki katına çıkar, sadece gideceği yeri değil yaşamayı unutmak, gözlerinden yaş akıtmazdı. Pişman olmayı özlediğini duyumsar, pişman olamazdı.

Kendisini anlayan gözlerle karşılaşmak isterdi hep. Yalvarırdı adeta bakışlarıyla; “Biriniz de anlıyor gibi yapın!” Bulamazdı… Zira herkes kendi derdindeydi. Öyleyse dertsizlik, insanlığın derdiyken kendi derdi de neydi? Mırıldanırdı sessizce kendine; “Bitse de gitsek.” Her gece bunu söyleyerek uykuya dalmak artık alışkanlık halini almıştı: “Bitse de gitsek.”

Gözlerinden tanırdın onu. Gözleri bir ölünün gözlerinden farksızdı. Tutunacak bir dala ihtiyacı olduğunu düşünürdü çevresindekiler. Onu hayata bağlayacak bir şeyler…  Psikoloğa gitmesini salık verdiklerinde “Kendimi psikologtan iyi tanıyorum.” cevabını alırlardı.

Bazen “Mutlu numarası yapma bana!” diye kızdığında arkadaşına; “Numara yapmıyorum, gerçekten mutluyum.” diye yanıtlardı arkadaşı. Buna inanamaz, inanmak istemezdi. Şimdi yine, dans ederek yanına gelen arkadaşına hayretler içinde soruyordu:

-Bu haldeyken nasıl bu kadar mutlu olabiliyorsun?
-Ne varmış halimde? Bu kadar düşünmeyeceksin, kafana takmayacaksın, yaşamana bakacaksın kızım.
-Bakayım. Hani, nerede o yaşam?
-Alıp verdiğin nefeste…
-Off… Delireceğimi hissediyorum bazen, sana da oluyor mu?
-Hayır.
-Şu an yine öyleyim. Bir şeyler düşünüyorum ama ne düşündüğümü, ne hissettiğimi tarif edemem. Düşünceler bir noktaya gelip düğümleniyor ve işte o zaman ipler koptu kopacak deyip bırakıyorum düşünmeyi. Bırakınca da bıraktım oldu olmuyor. Bitmiyor kahrolası düşünceler! Kafayı yiyeceğim, korkuyorum. Etrafımızdakiler o kadar basit ve o kadar basitliklerle uğraşıyorlar ki "Yeter artık!" diye veya "Hepiniz yalancısınız!" diye kalkıp haykırasım geliyor bazen. Şu anda da öyle bir haldeyim işte. Ama sadece bu kadar değil. Ağız dolusu küfürler saçıp tokatlamak istiyorum bütün herkesi. Ya da annemin kucağına yatmak... Hatta mümkünse doğduğum yere, anavatanıma, annemin karnına geri girmek istiyorum. Kucağına yattığımda gözlerimin dolduğu tek insan annem. Sadece onun kucağına yattığımda tüm rollerimden sıyrıldığımı ve tertemiz bir çocuk olduğumu hatırlıyorum. Bütün düşüncelerden uzaklaşıp rahatça huzur bulduğum tek kucak... Sevgi dolu büyüdüm ben, sevmeyi öğrettiler bana her şeyden önce. Ama büyüdükçe insanlarda gerçek sevgiye dair en ufak bir şey hissedemedim. Hissetmeyi bırak sezemedim bile. Bu yüzden buradayım anlıyor musun? Kimseyi karşılıksız sevemedim, çünkü kimseyi buna layık görmedim. Kimse de beni karşılıksız sevmedi. İyi de oldu çünkü kimse karşılıksız sevilmeyi hak etmiyor.
-Evet, bu doğru.
-Derdim neydi benim ve halen neden çırpınıyorum böyle? Neden bu kadar şey kafamı kurcalıyor?
-Mesela?
-Neden insan gibi insan olamıyorum? Her şeyi boş verip vur patlasın çal oynasın moduna girdiğimde de neden huzursuz oluyorum, madem insan değilsem? İki arada bir derede yaşamaktan usandım! Düşünmekten ve hiçbir şeyi yerli yerine oturtamamaktan da usandım. Olmuyor işte düşünmekle falan! Olmuyorsa olmuyor, derdim ne? Manyak mıyım ben?
-Ne gerek vardı bu kadar hayatı tanımaya? Bu saçma sapan dünyayı anlamana ne gerek vardı değil mi? Annen hiç kimseyi tanımıyor kocasından ve çocuklarından başka. Sen neden bu kadar çok insanı tanıyorsun? Neden erkekleri bu kadar iyi anlar oldun? Ben de soruyorum bunları bazen.
-Hiçbir şey anlamasaydım keşke on sekiz yaşımdaki halim gibi. Kimseyi tanımasaydım. Hayatı, dünyayı, erkekleri, kadınları bu kadar çözmek için uğraşmasaydım. Çünkü hiçbir şey düzelmedi. O zamanki halimle şimdiki halim arasında bir fark varsa o da daha çok günahkar oluşum. Daha çok kafamın karışması ve daha çok şeyi bilmemem! Evet, ben hiçbir şey öğrenemedim. Her şeyi öğrenme tutkusuyla giriştiğim her girişim fos çıktı. Hiçbir şey öğrenemedim! Sonunda da her şeyden vazgeçtiğimi sanıp buraya düşünce anladım ki; meğer hiçbir şeyden vazgeçememişim.

Boğuluyordu. Sigara da kesmiyordu artık. Onu anlayacak bir arkadaşı olmalıydı herhalde. Biraz da anlıyor gibiydi. Herkesi kendi gibi görüp onu anladıklarını sanmıştı hep ama sonunda kimsenin hiçbir şey anlamadığını fark etmişti. Herkesin niyeti, görüşü, ona bakışı hep farklı olmuştu.

“Sen anla beni.” diyordu ağlayarak. “Anlamadığın yerler varsa da anlıyor gibi yap en azından. Bir kişi olsun beni anlayan, ne olur yani...”

Başını okşayıp; “Anlıyorum seni. Sil hadi gözünün yaşını, eğlenmene bak kızım. Bak bana! Hiç gördün mü ağladığımı? Elini yüzünü yıka da gel hadi içeri.” diyerek dönüp gitti mutlu arkadaşı belki yüzüncü kez. Yine kalmıştı kendiyle baş başa ve yine inanmadı arkadaşının mutluluğunun gerçek olduğuna. Mutsuzluğunun farkında değil ya da görmezden gelmeyi çok iyi başarıyor diye düşünüp çekti battaniyeyi kafasına.

Oysa ne kadar inanamasa da o gerçekten mutluydu. Hep mutluydu. Yan odadan kahkaha sesleri geliyordu.

Mustafa Çolak

19 Mart 2012 Pazartesi

Underground Poetix

Bazı şeyler uçmak isteyenler için,

underground poetix ise çoktan uçmuş olanlar için

içerikten kısa seçme: aids edebiyatının dipleri/// basketbol günlükleri, spoken word ve JIM CARROLL/// amerikan sokak şiirinin devi Jack Micheline/// gerçekbir “yeraltı” şairi: morrison’dan bukowski’ye: Steve Richmond /// KAPAK: MUMMIA ABU JAMAL /// viyana aksiyoneri: Otto Mühl /// Jim Jarmusch /// Fela Kuti /// Dylan /// Up Against the Wall Motherfucker /// Blues Estetiği Amiri Baraka /// Avangard ve Kitsch /// Beksinski /// Sidney Sokak Çatışmaları /// Hipster Manifesto ///

SUPER MAZOŞİST: BOB FLANAGAN


Tinsel Devinim Terminali Underground Poetix Dergisini Seviyor

13 Mart 2012 Salı

MİNİMAL ÖYKÜLER

Hayat Tekrardan İbarettir
Yazdığı tüm yazıların, aynı noktaya farklı açılardan bakmaktan başka bir şey olmadığını anladığında yaşamını şöyle bir gözden geçirdi. Hayatı, bir noktadan başlayıp kâinata yayılan halelerden oluşması gerekirken, halelerin küçülüp bir noktada birleşmesinden ibaretti. “Daralmak ya da genişlemek” dedi kendi kendine…

Mecazi Aşk Neden Mecazi?
Kendine acı çektirme isteğiyle o kızı düşünerek Üsküdar'a giderken kulağındaki kulaklıktan gelen hüzün yüklü şarkılar onu intiharın eşiğine getirmişti. Dönüş yolundaysa aşık olduğu kızın en yakın arkadaşına aşık olduğunu fark etti. Otobüsteki insanlar adamın neden güldüğünü anlamaya çalışıyorlardı.

Aşk Tek Kişiliktir
Karşılığını bulduğu tüm aşk yanılsamaları kolaylıkla aklından çıkarken, hiçbir karşılık bulamadığı tek aşkının ömrü boyunca aklından bir an bile çıkmadığının ayrımına vardı. Vardığında çıktı. Artık karşılık beklemiyordu.

Yaşamak Deliliktir
Deli sordu: "Benim deli olduğumu düşünüyorsun öyle değil mi? Deliler de, diğer tüm yaşayan insanların, yaşamayı çok güzel başardıkları için delirmiş olduğunu düşünüyor, biliyor musun?"
Adam biliyordu. Çünkü o, yaşamayı çok güzel başaran bir deliydi.

Kaçan Değil Sıçan Kovalanır
“Kaçan Kovalanır” sözünü düşündüğünde, yakalanacağını bile bile köşe bucak kaçan sıçanlar geldi aklına. Yakalandıklarında öldürülüyorlardı.
Mustafa Çolak

5 Mart 2012 Pazartesi

EMPERYAL OTELİ / atilla ilhan

ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
sımsıcak bir merhaba diyecektim
başımı usulca dizine koyacaktım
dört gün dört gece susacaktım
yağmur sönecekti yanacaktı
sameland seferden dönecekti
duvardaki saat duracaktı
kalbim kendiliğinden duracaktı
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
emperyal otelinde bu sonbahar
bu camların nokta nokta hüznü
bu bizim berheva olmuşluğumuz
bir nokta bir hat kalmışlığımız
bu rezil bu çarşamba günü
intihar etmiş kötümser yapraklar
öksürüklü aksırıklı bu takvim
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
sesleri liman sislerinde boğulur
gemiler yorgun ve uykuludur
sabahtır saat beş buçuktur
sen kollarımın arasındasın
onlar gibi değilsin sen başkasın
bu senin gözlerin gibisi yoktur
adamın rüyasına rüyasına sokulur
aklının içinde siyah bir vapur
kıvranır insaf nedir bilmez
otelin penceresinde duracaktın
şehri karanlıkta görecektin
karanlıkta yağmuru görecektin
saçların ıslanacak ıslanacaktı
kış geceleri gibi uzun uzun
tek damla gözyaşı dökmeksizin
maria dolores ağlayacaktı
istanbul'u yağmur tutacaktı
bütün bir gün iş arayacaktım
sana bir türkü getirecektim
kulaklarımız çınlayacaktı
emperyal oteli'nin resmini çektim
akşam saçaklarından damlıyordu
kapısında durmanı söylemiştim
yüzün zambaklara benziyordu
cumhuriyet bahçesi'nde insanlar geziyordu
tepebaşı'ndaki küçük yahudiler
asmalımesçit'teki rum kemancı
böyle rüzgarsız kalmışlığımız
bu bizim çektiğimiz sancı
el ele tutuşmuş geziyordu
gazeteler cinayeti yazıyordu
haliç'e bir avuç kan dökülmüştü
emperyal oteli'nde üç gece kaldık
fazlasına paramız yetmiyordu
gözlerin gözlerimden gitmiyordu
dördüncü gece sokakta kaldık
karanlık bir türlü bitmiyordu
sirkeci garı'nda sabahladık
bilen bilmeyen bizi ayıpladı
halbuki kimlere kimlere başvurmadık
hiçbiri yüzümüze bakmıyordu
hiç kimse elimizden tutmuyordu
ben hiç böylesini görmemiştim

vurdun
kanıma girdin
kabulümsün.
Atilla İlhan