20 Eylül 2017 Çarşamba

Baba Okula Gitmiiyyycem!

Anaokuluna başlayan bir çocukla babası arasındaki diyaloglar…
– Oğlum sana bir şey anlatayım mı? Ben senin gibi küçük bir çocukken hiç okula gitmek istemiyordum biliyor musun? Annem beni okula götürürdü, yol boyunca ağlardım. Okula girince de ağlardım. Sınıfta güç bela susardım. Annem pencerenin önünden ayrılırsa yine basardım yaygarayı. Pencereden sürekli beni izlerdi. On beş gün boyunca böyle devam etti.
– Sen çocuk muydun baba?
– Evet oğlum aynı senin gibiydim. Aynı senin gibi okula gitmeyi hiç istemezdim. Ama sonra ne oldu biliyor musun?
– Ne?
– Ben okula arkadaşlarıma alıştım. Annem artık pencereden bakmaz oldu. Ben de hiç ağlamaz oldum. Okulu çok sevmiştim.
– Gerçekten mi baba? Sonra ağlamadın mı hiç?
– Hiiiiç ağlamadım. Arkadaşlarıma alışınca her gün okula gitmek istedim.
***
– Bak güzel oğlum, okula gitmen gerekiyor. Etrafına bak, bütün çocuklar okula gidiyor. Bak herkes çantasını takmış, şu kızı gördün mü? Ooo, şuna bak şuna bak çantası örümcek adamlı.
– Benimki de Betmenli!
– Bence seninki daha güzel.
– Baba okula gitmiiyyycem!
– Akşam alacağız seni, parka gideceğiz, bisiklet süreceksiiiiin. Ama şimdi okula gitmen gerekiyor.
– Baba okula gitmiiyyycem!
***
– Baba, yarın okula gitcek miyim?
– Evet oğlum.
– Hayır gitmiiyyycem!
– Gideceksin.
– Gitmiiyyycem!
– Gideceksin.
 Baba gitmiiyyycem.
– Neden?
– Çünkü istemiyorum.
– Neden istemiyorsun?
– İstemiyorum.
***
– Baba ben yarın okula gitmiiyyycem!
– Gitmen gerekiyor güzel oğlum. Okula gidip okumayı öğreneceksin, yazmayı öğreneceksin. Kendi adını yazacaksın mesela. Babanın adını yazacaksın. Resimler çizeceksin, arkadaşların olacak. Onlarla faaliyetler yapacaksın. Oyunlar oynayacaksın. Ve bir sürü şey öğreneceksin. Ben her şeyi okulda öğrendim biliyor musun?
– Her şeyi mi?
– Okula bir alış var ya, o kadar güzel şeyler öğreneceksin ki şaşırırsın. Koşa koşa gelip bana anlatacaksın sonra. Her gün yeni şeyler öğreneceksin.
– Babaaa…
– Efendim oğlum?
– Ben var ya sabah yine ağlarım ha!
– Niye oğlum.
– Çünkü ben okula gitmek istemiyorum…
***
– Baba, ben yarın okula gitmiiiyyycem.
– Neden oğlum?
– …
– Neden gitmeyeceksin?
– Çünkü istemiyorum.
– Neden?
– İşte.
– Tamam da neden istemiyorsun?
– Çünkü bana kötü davranıyorlar.
– Kim?
– Öğretmenim.
– Aaa, ne yapıyor sana öğretmenin?
– Dövüyor. (Sinsice gülümsedin. Bu senin doğru söylemediğine işaretti.)
– Demek dövüyor. Gösteririm ben ona! Yarın oraya gelip ben de onu döveceğim. Nasıl dövermiş benim oğlumu? Öyle bir döveceğim ki görecek gününü!
– Babaaa!
– Efendim!
– Şaka yaptım şakaaaa…
– Şaka mı?
– Şaka yaptım baba öğretmenim beni çok seviyo.
– Eee, peki neden istemiyorsun oğlum o zaman gitmeyi?
– Orda çok insan var.
– Ne oluyor çok insan olunca?
– …
– Tanımadığın için sana yabancı geliyorlar. Bunu anlıyorum. Ben de çocukken tanımadığım insanlarla konuşmayı sevmezdim. Ama biraz zaman geçirince sevdiğin arkadaşların olacaklar. Onları görmek isteyeceksin. Hatta sana diyeceğim ki oğlum okula gitme bugün. Sen de hayır baba gitmek istiyorum diyeceksin. Çünkü arkadaşlarını özleyeceksin.
– Özlemiiicem.
– Tamam oğlum gel hadi satranç oynayalım.
– Babaaa…
– Efendim?
– Ben yarın okula gitmiiyyycem.
– …
***
– Baba okula gitmiiyyycem!
– Hadi oğlum giy üstünü bak geç kalıyoruz.
– Baba okula gitmiiyyycem!
– Suluğunu aldın mı? Bak unutacaksın yine.
– Baba okula gitmiiyyycem!
– Hadi oğlum bak annen seni bekliyor koş yanına, koş koş koş üstünü giy.
– Baba okula gitmiiyyycem!
– Oğlum… Çok konuştuk bu konuyu, dün de konuştuk, bak yeter artık sıktı bu konu.
– Baba okula gitmiiyyycem!
– Yürü dedim sana!!!
– …
*** 
– Babaaa… Ben yarın okula gitcek miyim?
– Evet oğlum.
– Peki ne zaman tatil?
– Dört gün sonra. 

(Sen de yenildin oğlum. Daha kötüsü yenilgiyi kabullenmek zorunda kaldın; “Okula gidecek miyim?” dedin. Sesinden, vereceğim cevaba koşulsuz itaat edeceğin anlaşılıyordu. Tecrübeli anne babalar buna alışmak diyorlar.)

Mustafa Çolak
edebifikir.com

17 Mart 2017 Cuma

Kör/ebeyim Suçüstü Yumdum G/özümü


Züleyha ÇAY şiiri...
Üşüten bir mum alevi gece
Daha sabaha kaç karanlık eklemeli ey adı yar olan ?
Afedersiniz… Adınız aşk diye sevmiştim.
Düşüşümü bilin diye gözlerinizin önünde yığıldım,
– ‘topla kendini , kan görmeden aşk olmaz ’ –dediniz.
Peki tutup yüreğimin mahrem köşelerinden,
kalkmayı öğretecek yar değil miydi isminiz?
Afedersiniz, ne de düşüncesizim, çünkü düşünce/sizdim…
Dört duvar derisi kavlamış dehlizlere (s)açılan rutubetli
hüznün kapı ardında küçük kız…
Islayıp serçe parmağını topluyorken içlenmelerini ,
örüklü dilinin kurdelaları hiç boylanamayacağım
paltonuzun iç cebinde mi gizli?
Lütfen pişirin içimde çöreklenen bu çare/sizliği, sizi taşıyorum!
Ağzı gevşemiş bir mahfi keseyken yürek, susuşunuz kadar çığırtkan,
yalnızlık boyu hafakan, söz gümüşü lutfedin gözlerime inen geceye.
Kördüm… Ve gördüm.
Ağlak mevsimlerin ısladığı eğreti taşlık manastırın kıyısına
çıkartıp asmışsınız içinizden arta kalanları.
Kendimi t/uzağınızda buldum.
Uzansam edebi uykulu bir düş(üş) ardınız.
Ardıma yürütsem hıçkırıkları,
size sırt çevirmek her adımda çift çelme.
Hem ne çok sakarım bilirsiniz, sizi de yanlışlıkla sevmiştim!
kör/ebeyim suçüstü yumdum gözümü…
Size yazmak mecazi fıtratların asil debdebesiydi,
üzgünüm, özendim.Uzun zamandı…
Yol iz yoktu. O zamanlar aşındı gönlümün felahının eşiği.
Gözlerinizin önüne döktüm tüm sağırlığınızı.
Kanım akmazdı , uğultum kesse nefesimin şakağını.
Özledim de… Gel(me)diniz.
Peki ya, saçımdan topuğuma yoklayan ölüm siz değil miydiniz ?
Afedersiniz…
Ben sizi üşüyorum. Elleriniz cebinizde ya hani,
merakındayım, siz, rüzgarın yari misiniz?
Gözlerimi bağladı ne çok tebdil-i suretiniz.
Evvel solumdan geçmişsiniz,
el yordamıyla seçilmiyor ki aşk, bilesiniz..
Gittiniz sonra… Ve lakin ‘‘özleyerek dönmek için’’ dediniz.
G/özlediniz ne çok, gel(e)mediniz..
Siz en çok (t)uzaktan (g)özlemeyi mi bilirsiniz?
Yine aşka bağlanmak üzre dilimi çözün!
Heveslerimden tutun kaldırın beni, nasıl olsa düşünce/sizim…
Düşümce siz.
Ah efendim bir bilseniz, içimde ne çok değer/sizsiniz!
Yağmur bahane, melekler sizin nazarınıza malik olmaya iniyor kente
Üsküdar’ın endamı kime sanıyorsunuz?
Baksanıza, aşkın çekincesinden peçesini iğneliyor Beykoz,
denizdeki aynalara göz süzerken siz.
Sözlerimi dize getirin, dergahınızda daim aşka talibim.
Defettim bariz isyanlarımı, dilimi üfledim de eşiğinize geldim.
Ben ki na-reften süzülen pejmürde bir derviş,
aşk adına yolu geceye vurdum.
Gece ki öz aşkın döşeğinde inzivada…
Tesbih tesbih çekiliyoruz aşk/la, otuzüç boncukta bir eksiksiniz!
Yan/sızım…
Heybemde kaybedeceğim hiç birşey’sizliğimle ,
çıplak ayak dolanıyorum mikâtınızda.
Ele verdim kendimi , ele vermeyin beni!
Gidecek yanım çok ancak, gözlerime Yusuf ‘un rayihasıyla
gömlek sürenim yok!
Yok mu ensar bir yürek?
Hayli kalabalık çaresizliğim, oysa bilin ki
ezelinden mahzun bir muhacir(d)im.
sağım..
solum..
önüm..
ardım.. aşk!
Yaradan’a işittirdim , kapıyı açın!
Aşkın vahyinde hicretinize geldim