16 Ağustos 2011 Salı

PEKİ, NE OLACAK ÜSTAD?

Sulhi Ceylan’a…
Aylardır yollarını gözlediğin, “karşıma çıkıverse ne olur?” dediğin kişi dikilir de karşına, ona: “Sigaran var mı?” diyebilirsin bazen sadece. Aptalca bir gülümseme gelip yerleşmiştir suratına, konuşamazsın.
“Peki, ne olacak?” diyerek uzaklaştığın, uzaklaştırdığın kişidir bu. Ne olacağını bilemediğin şeyden kaçma isteği dağıtmıştır seni, haberin yoktur. Ta ki o arkasını dönüp tekrar gidince suratındaki aptal gülümsemeyle sen, baş başa kalana kadar… Ve dönüp tekrar sorarsın kendine: “Peki, ne olacak?”
Çok şeyler olmuştur, –o arada- sen kendine sorular üzerine sorular sormaktayken. Olan olmuştur, belki de olacak olan olmuştur; sen düşünsen de, düşünmesen de. Zaman yakıcıdır, zaman alıcıdır, zaman acımasız, zaman umarsızdır. Sen ona çok sorular sorsan da, o sana hiçbir şey sormadan akmıştır akması gereken yöne. Gereksizdir ya da, ama yine de akmıştır. Gerekli veya gereksiz, zaman için önemi yoktur. Zaman için senin de önemin yoktur zaten; zaman bildiğini okuyandır. Aslında bildiği bir şey de yoktur, akması gerektiği dışında; tıpkı senin gibi…
Çok şey bildiğini veya öğrendiğini ya da öğreneceğini sanırsın hep, boşluğa düşersin. Boşluğa düştüğünü anladığını zannederken, zaten –hep- boşlukta olduğunu görürsün. Düşecek yer yoktur. Sen; başlı başına boşluksundur.
Kızarsın kendine, hayıflanırsın: “Ne olacaksa olacak, sanane bundan!” Ne geldiyse başına, bu sorudan gelmiştir. Ne olacağını asla düşünmemeye yeminler ederek atarsın suratındaki aptal gülümsemeyi. Dönersin, dolaşırsın, daireyi tamamlayıp, yine, olduğun (ya da hiç olamadığın) yere geri dönersin, ve… Yine, evet, tekrar, istemeyerek, ölürcesine, kanayarak, ansızın sorarsın kendine:
“Peki, ne olacak?”
Bugüne kadar, hep özlemişsindir, özlemeye de devam edeceksindir. Olacak olan budur. Ne de olsa bu soruyu soranlar, ancak özleyenlerdir; özlem sahibi olanlardır. O kadar özlemişsindir ki; olacak olandan korkarsın. Korkundur sana soruyu sorduran. İlla kötü bir şey olacağından değildir korkun, özlediğini henüz, aslında, hiç tanıyamamış olmandandır. Tanımaktan, o kadar hayalinin üzerine, tüm gerçekliğiyle tanışmaktan korkarsın. Yüz yüze, çırılçıplak… Ve bilirsin ki özlemin, kavuşmanla son bulacaktır. Sen farkında olmadan, özlemeyi sevmişsindir. Ve farkına varmandır belki de korkunun asıl kaynağı.
Sen kavuşmak için değil, özlemek için sevmişsindir.
Belki bundandır karşılaştığında afallaman, tam karşında olmasından…
Bundandır, en anlamlı varlığa kavuşunca, en anlamsız soruyu sorman: “Sigaran var mı?”
Anlamın, anlamını yitirmesi, senin anlamının yitmesidir.
Bundandır; yazıyorsundur, çünkü artık yapabilecek hiçbir şeyin yoktur.
Özlemin bile…
Söyle o halde üstad!
Peki, ne olacak?

Mustafa Çolak

Hiç yorum yok: