Ölümü
yaşamaya tercih etmek cesaret meselesi değil, irade meselesidir. Ancak iradeli
insanlar yaşamayı başarırlar.
Yaşam,
birtakım kararlar ile köşelerini belirlediğin örümcek ağından ibarettir. Her
insan, köşeleri belirledikten sonra yavaş yavaş yuvasını örer ve ördüğü ağı
sebepsizce korumakla görevli hisseder kendini. Sonra da kocaman dünyada kendi
ördüğü ağa kendini hapsetmeyi marifet sayar. Kendi basiretini yine kendisi
bağlar.
Bu durum doğal olarak gelişir. İçgüdüsel olarak. Aynı örümcek gibi.
Sonra dönüp baktığımızda bunu neden yaptığımızı, hatta şu an nerede olduğumuzu
bile hatırlayamayız. O -ara-da bir şeyler olmuştur ve neyin nasıl olduğunu sorgular
dururuz.
Yazgısını
değiştirmek isteyenler çoğunlukta olduğu gibi, kaderine boyun eğenler de vardır
ve boyun eğenler, aslında elinden hiçbir şey gelmediği ve buna mecbur olduğu
için değil, anlama ve bilmenin bir noktadan sonra gereksiz olduğunu kavradığı
için hayatlarını ses çıkarmadan sürdürmeyi tercih etmişlerdir.
Ya
da dünya, tam bir lağım çukurudur diyebilirim. Çıkmak için debelenenler iyice
pisliğe bulanırlar. Nerede olduğunu anladıkça mide bulantın o kadar artar ve
içinde bulunduğun kuyuda yaşaman, bilinçlendikçe zorlaşır. Tam tersine gün
geçtikçe hayattan daha çok zevk almaya başlıyorsan, domuzlaşıyorsun demektir.
Birkaç soru:
Çayın
kaynama sesi, yoğun iş temposu arasında ne ifade eder?
Veya kime ne
diyebilirsin şiir yazmanın gerekliliği hakkında?
Daha kaç
telefon görüşmesi yapmalısındır önemli bir insan olabilmek için?
Kaç kişiye
daha etrafındakilere çaktırmadan yaranmalı?
Bu tür soruları
yaşama esnasında ara ara durup, kendilerine soranlar ile soracak hiçbir sorusu
olmayanların savaşında, olsa olsa savaş muhabirliğidir yerim. Fakat savaş
muhabirliğinin koşturmacasından da sıkıldım.
Bugün yirmi
sekiz kasım. Sıkıntı benim her şeyim. Telefon icat edilmeden önce telefon diye
bir şeyin icat edilmesi gerektiğini savunan bir adamdan farksızım.
Mustafa Çolak
edebifikir
1 yorum:
çok etkileyici..
Yorum Gönder