DİRİLİŞ’İ
ANLAMAK VEYA “SEVGİ DEVRİMİ”
“Bilimsel bilginin kendine sağladığı avantajları
kutsalla çatışmanın yolu haline getiren modern zihin, Tanrısal bağlarını tahrip
etmekle kalmadı, bu tahribi oldukça sofistike yöntemlerle geliştirip
kurumsallaştırdı: Modernizm.”1
Aklı,
şükredilecek nimetlikten çıkarıp, tapılası bir put yapmaya ısrarla çaba sarf
etmektedir modern insan. Ona göre, gerçek bilgi ve özgürlük akıldayken din,
akıl dışılıktır. Ülkemizde böyle düşünen “yüksek mevkilerdeki azınlık” sadece
kendi yozlaşması yetmezmiş gibi, gençleri de her an akıllarınca aydınlatmakta,
onlara İslam’ın akıl dışılığını çeşitli sebepler öne sürerek ispatlamaya
çalışmaktadırlar.
İslam adının
terör, anarşi, kavga, kin, gericilikle aynı anlamda gösterilmeye çalışıldığı
çağımızda, Sezai Karakoç’u anlamak ve anlatmak, onun, ismiyle özdeşleşen
“Diriliş” inanç ve aksiyonunu ömrü boyunca anlatmaya çalışmasına benzer. Çünkü
onun dirilişten kastı İslam’ın dirilişidir ve İslam, insanların büyük
çoğunluğunun, hakkında az veya çok bilgi sahibi olduğu bir dindir. Bazıları
İslam’ı çok iyi tanırken bazısı tanımaz, kimi çok iyi tanır ama anlayamazken,
kimisinin İslam’la tanışmakla tüm hayat görüşü adeta allak bullak olmuştur.
Sezai Karakoç’u da çok iyi anlayanlar ve onunla tanışarak düşünce dünyasına
yepyeni açılımlar getirenler mevcutken, hakkında hiçbir malumatı olmayanlar da
var.
Medeniyetlerin
düşüş ve yükseliş dönemleri art arda gelir. Bu alçalış ve yükselişler anlık
olaylar değil, belki yüzyıllar süren oluşumların sonucudur ve Karakoç’a göre İslam
Medeniyeti’nin diriliş tohumlarının atıldığı çağ, bu çağ olmalıdır. Dolayısıyla
o, hayatı boyunca İslam ile şereflenmiş her bireyin Diriliş eri olması
gerektiğini, bu erlerin din düşmanlarının tabir ettiği şiddet yanlısı Müslüman
profilinden çok uzak birer “Sevgi Devrimi” sevdalısı olduklarını ısrarla
vurgulamıştır. Zira, “Diriliş yolu ve
akımı, İslam’ın ruhundan, ilkelerinden, ahlakından alınan ilham ve aşkla,
kendimizi yeni bir ‘ses’e kavuşturmanın yoludur. ‘Öfke’ yolu değil.”2 Diriliş’i anlamak İslam’ı
anlamaktır, dolayısıyla hoşgörüyü, iyiliği, güzelliği yayacak bilinçli bir
toplum inşası yolunda sesini yükseltmektir. Nitekim, “Sesin öfkeden ibaret olması insanlık için en kötü bir talihsizlik,
sesi olmayıp sadece öfkesi olmak ise, aşağıya doğru en büyük düşüşüdür.”3
Öyleyse
Diriliş’i daha iyi anlayabilmek için bu yolun ve akımın çıkış sebeplerini,
yakın tarihimizin sayfalarına Sezai Karakoç’un perspektifinden bakarak özetlemeye
çalışıp söze başlayalım.
TARİH
MUHASEBESİ VE YENİDEN KURULUŞ OLARAK DİRİLİŞ
Birinci Dünya
Savaşı ile Rönesans Avrupa’sının karşısında duran ve eski kudretli Asya’nın
savunucusu olan Asya çöktü, yerine ikinci Asya, yani eski çağların
karanlığındaki en eski Asya kaldı. Bunun karşısında Avrupa’nın köhne
imparatorluk ve papalık kuruluşları yıkılarak yerine yeni bir Avrupa kalmıştı.
Birinci Dünya Savaşı ile eski dünya bitmiş, Rusya çarlığı devirip komunizm ile
dirilmiş, Asya’nın büyük devlet kudreti yerine yığınların Asya’sı ortaya
çıkmış, Avrupa ise son kalıntılarından silkelenip kendini büsbütün tabiata
bırakmış ve bu doğal güce tapınmasından dolayı faşizm doğmuştu.
Savaş
sonrasında bütün yeni kuvvetlerin büyümelerinin karşılaştığı anda İkinci Dünya
Savaşı oldu. Henüz toy olan komunizm, faşizm ve kapitalizmden birini ortadan kaldırmak
için diğeriyle anlaşma yapmalıydı -gelenekleşmiş Rus politikasıyla.- İlk olarak
bunu faşizmle denedi fakat vazgeçerek kapitalizmle anlaştı çünkü kapitalizmde
de eşya, insandan önce geliyordu faşizmin insanı putlaştırmasının aksine.
İkinci Dünya Savaşı
teknoloji savaşı olduğundan diğer kıtaların uykularından kalkmalarına neden
olmuştur. Bu noktada Karakoç 1970 yılında Diriliş dergisinde yazdığı yazısında
sekiz tane can alıcı soru sorarak yanıtlarını verir ve bu soruların
cevaplarının geleceği şekillendirecek en önemli faktörler olduğunu ekler.
Bunlardan bazıları: “Dünya bütünüyle
bir yeniliğe ve değişikliğe gitmekte midir? Doğan yeni bir dünya, lider miti ve
eşya kültü dışında insanoğluna yeni bir aşk ve inanç getirecek mi? Eski dünya
ile yeni dünya ve eski uygarlıkla yeni teknik arasında en önemli yeri tuttuğuna
şüphe olmayan İslam ülkeleri ve medeniyeti yeni bir canlanma gösterecek mi,
yoksa büsbütün düşmanlarının kurbanı olmakta devam mı edecek?”4
Amerika’da
özgürlük ve hak kavramlarını eski haliyle anlamayı tercih edenler ile yenilemek
ve geliştirmek taraftarları arasında belli belirsiz de olsa savaş başlamıştı.
Bu savaşta başkan da kurban veren Amerika’yı bunalımlar, şüpheler, bocalamalar
sarmıştı. Ve bu kaygıların meyveleri olan Amerikan gençliği tarihinden kopmuş,
yepyeni bir insan yaratma arzusuyla tam bir çözülüş içinde kıvranmaktadır.
Amerikan gençliği, insanlığın kendinden intikam alması korkusuyla, vicdan
azabından da kurtulmak isterken tam kayıtsız hale gelmiş, buna karşı Avrupa
gençliği insanlığa hükmetme avantajını kaybetmekten ötürü hiddetle etrafını
kasıp kavurarak kendini tatmin etme yolunu seçmiştir. Komunist ülkelerde bu
hareketlenmelerin görülmemesi sorunların çözümlendiğinden değil, rejimin
katılığından gençlerin isyan etmeyi akıllarına bile getirmeye cesaret
edememesindendir. Bu ülkeler için durum çok daha vahimdir. Çünkü; “Komunizm, insanı iyice maddenin kölesi
yapmak isterken ruhunu yaraladı ve sakat bıraktı.”5
İslam
ülkelerinde ise maalesef taklit hastalığı son birkaç yüzyıldır devam etmekte.
Hiçbirinin hakikatını anlayamadan batı ülkelerine özenen bir aydın sınıfı
doğmuş, kifayetsiz devrim ve ihtilaller ülkeleri bitirmenin eşiğine
getirmişlerdir. Ön yargılar kanunlarla güçlendirilmiş, yerli düşünceler
eleştiri bile yapmaya izin vermeksizin yasaklanmıştır. Her alanda devlet ve
toplum dışarıdan yönlendirilmektedir. İşte dünyanın en mağdur ülkeleri bu
ülkelerdir. Bunlarda diğer ülkelerden farklı olarak problemi ağırlaştıran bir
hususta, aydınlar ile halk arsındaki beslenmeden kıyafete, geleneklerden
törenlere ve inançlara kadar uçurumlar oluşmasıdır.
Ancak son elli
yılda ideolojik faaliyetlerin oluşturduğu yeni ortamda, aydın-bürokrat tabaka
ideolojik planlara yaklaşmış, halkta yavaş yavaş aydın kesimine yaklaşmaya
başlamıştır ve toplum temelden kaymıştır. Bunalımın kaynağı olan bu kayış ile
yeniden kuruluş meşaleleri yakılmaya çalışılmaktadır fakat kaymayı durdurma
ancak ve ancak tarihi bir muhasebeden sonra insanlığın, hakikat dirilişi için
araştırma aşkına, öğrenme tutkusuna, erdem ve fedakarlık çilesine kavuşmasıyla,
yani yeni bir diriliş nesli birikimiyle mümkündür.
Batı ve batı
özentileri, İslam Medeniyeti’nin battığını ve bir daha asla kendine
gelemeyeceğini sanmaktadırlar. Kapitalizm ve Marksizm’den başka yol olmadığını
ve tüm insanlığın bu iki yoldan birini seçerek kurtuluşa erebileceklerini,
gerçek özgürlüğü insanlığa ancak bu yolların vereceğini düşünüyorlar. “Batı dünyası bize nasıl özgürlük
verecektir ki, o özgürlüğü elimizden alan onlardır. Özgürlük verilen bir nesne
değildir, içimizdeki şahsiyet duygusunun tabiî olarak gelişiminin yemişidir.”6
“ÖZGÜRLÜK
VERİLEN BİR NESNE DEĞİLDİR”
Batı’ya ve
Batı’nın doğurduğu her türlü ideolojiye karşı olan Karakoç, insanlığın
kurtuluşunun ancak ve ancak İslam Medeniyeti’ni diriltmekle mümkün olduğunu
ısrarla vurgulamıştır. Henüz doğum aşamasında olan bu diriliş oluşumu ise bir
anda değil, yıllar içinde büyüyecek, yetişecek ve olgunlaşacaktır. Diriliş
nesli tarihini çok iyi bilecek, nerede ne yanlış yapıldığını iyi tespit ederek
doğruyu araştıracak, tarihin neresinde olduğumuzun ve nasıl durduğumuzun
ayrımına varınca toplumlar arasında nasıl bir “durumalış” ile varlığının büyüyerek
devam edeceğine karar verecek ve hakîkat için koşan nesil, doğumunu tamamlamış
olacaktır. İşte bu kendisine koşulan hakîkat, insanı özüne, yani ruhuna
döndürerek diriltecek, kendini artık tanıyan, ruhunun derin labirentlerinin
sonuna varan insan, özgürlüğü hiç kaybetmemecesine kazanacaktır.
“Özgürlüğü yitirmeme veya daha doğrusu kazanma
savaşı, önce yürekte başarılır. Bu savaş ruhta kazanılır. Savaşın maddi yüzü,
bir sonuçtur. Maddi savaşı ruhi savaştan öne almak, her şeyi yitirmeye sebep
olabilir. Toplum, önce soğuk kanlılığını korumalı, yıkıcıların çağırdıkları
çatışmalardan uzak durmalıdır. Bir ağaç gibi sessiz ve yavaş büyümeli ve vakti
gelince bu büyümeye engel olan, granitten de olsa, kendi kendine parçalanmaya
itilmeli. Özgürlüğün ve bağımsızlığın kendini koruma yöntemi budur.”7
Özgürlüğü Batı
doktrinlerinde aramak, insanın varoluş sebebini unuttuğuna en büyük delildir.
Çünkü kaybeden arar. Çağımız insanı kendini kaybetmiştir, özgürlüğü arıyorum
sanarken kendinden iyice uzaklaşmakta, yani kendinden kaçmaktadır. Oysa kendi
içine, ruhunun mayasına işlenmiştir özgürlük. Kaçmasaydı, kendi olmakta
direnseydi, insan ve toplum bir şey kaybetmemiş olacak, ezelden(varoluş
evet’iyle) özgürlük andını çoktan bulmuş, bu yana kadar korumuş, ebede kadar da
götürüyor olacaktı. Bu ant unutula geldiğinden insan, yücelerin yücesinden
aşağıların aşağısına düşmüştür. Bu andı tekrar diriltme görevi, ruhlardaki
bilinç ve inanç savaşlarından galip çıkan insanların, yani diriliş erlerinin
görevidir.
Diriliş erinin bu
ödevi, karanlık bir odayı aydınlatan mumların ödevi gibidir.8 Mum tek
başına bir odayı aydınlatamayacağının şuurunda, ışığını diğerlerininkine
katacak ve birlikte odayı aydınlatacaklardır. Bu aydınlıkta(medeniyet), kendi
kendinin eriyip tükendiğini görecek, fakat bu tükenişin kendi varolma sebebi
olduğunun idrakında, bitene kadar yanmayı vazgeçilmez ödev bilecektir. Hakikat
toplumu varsa o vardır. Toplum ve toplumun doğma umudu yoksa, uzakta bir yerde,
ateşi titreye titreye yalnız kalıp zamanla boşu boşuna sönüp gitmesinden
şiddetle korkacak, gerçek özgürlüğü toplum için yok olmakta bulacaktır.Ve
diriliş toplumu da aynı diriliş eri gibi kendi varlığını hakikat için yok
etmekte özgürlüğünü bulan bir toplum olacaktır. Onun için en büyük mutluluk ve
şeref budur. Mum misali ağırlıklarını atarak kendinden(kıskançlık, çekememezlik,
öc, hak teslimsizliği…) kurtulmayan insan, kendini(sonsuz ve mutlak hakikatı)
bulamayacaktır.
“Ben”den
vazgeçmeyen insan, özgürlüğünü asla kazanamaz.
BİR
İSLAM SİTESİ İNŞASI OLARAK DİRİLİŞ
Evet, insan,
yine insanın tanrılaştırdığı eşya veya insanın kölesi olarak kesinlikle özgür
olamaz. “İnkar tutsaklık, inanç
özgürlüktür.”9 Bu özgür
insan ve toplumun bir sitesi olmalıdır. “Diriliş Neslinin Amentüsü”nde
Karakoç’un uzun uzadıya anlattığı sitenin toplumu, yalnızca inancı için
konuşup, gerisini her türlü kötülüğün tezahürü olarak gören, insanı salt ruh
olarak anlarken ruhunu da Allah’a ulaştıran bir tapınak olarak bilen toplumdur.
Aşk, mana, menzil, gaye, düşünce, varoluş, sanat, estetik, şiir, her şey ona
ilişkin olduğu için vardır diriliş sitesinde. Dava, ilk peygamberden son
peygamber efendimize kadar ve oradan da velilerle devam eden hakikat davası,
hep fizikötesini işaret eden davadır ve bu dava sahiplerinin sitesini yönetecek
olan kurallar, peygamberlerin getirdiği kurallardan başkası değildir.
İslam sitesinde
sağcılık ve solculuk batılının tanımladığı gibi değil, Kuran’ın tanımladığı
anlamda gerçek sağcılık(uğurlu topluluk) ve gerçek solculuk(uğursuz topluluk)
olarak kabullenilmiştir. Ekonomi, amaç değil araç, toplum varlığının nedeni
değil, etkenlerinden biridir. Toplum varlığının esas sebebi inançtır. Aksine
kapitalizmde kıymetlerin ölçüsü para, komunizmde eşya iken aralarındaki fark;
birincisinde yarışma, ikincisinde paylaşmanın ön planda olmasıdır.10
Batılı ve Komunist, her zaman başkalarının ne kazandıklarına bakarken Müslüman,
“acaba başkasının hakkı geçti mi” diye hep kendinden şüphelenmektedir. Onlarda
eşya ulaşılacak son nokta, bizde ideale vardıran vasıtadır. Ve İslam sitesinde
özümsenen ölçü erdem(fazilet) olduğundan, kapitalist ve komunist zulüm
sitelerini yıkmak, toplumun borcudur. Anarşizm ve terörizm bu siteye asla
giremeyeceği gibi nihilizm de bu eylemlerin felsefesi olabilir.
Lüksün haram,
israf ve gösterişin yasak oluşu ile zengin ve fakir arasındaki yaşam farkı en
aza indirilirken, faizin yasaklanışıyla emeksiz kazanç kalkmış, kazancın emeğe
dayanması prensip haline gelmiştir. Zekatın zorunluluğu ile insanın çalışma
zevkini kırmayacak miktarda sürekli olarak zenginden fakire iktisadi döngü
sağlanmıştır. Devlet zenginin bekçisi olmadığı gibi, herkesin malını alıp
istediği gibi tasarruf eden, eli kolu bağlı bir halkın başındaki dev de
değildir. Devlet, eşitliği ve verimi sağlamaya uğraş veren fakat her an tenkit,
boykot ve kontrol edilebilen bir kadro olmalıdır.
“Devlet, çağımızda kimi ideolojilerin kurbanı oldu.
Bunlar, devleti, insanların mutluluğu için kurulmuş bir ulu ve kutlu kuruluş,
insanlık ve toplum ruhuyla uyumlu bir yüce düzenleme gibi değil de, robot
kitleleri istenen yöne götürmek için kullanılan bir zulüm aracı olarak
kullandılar. Çağımızda insanlığın çilesi, bu yoz devlet ve toplum, çığırından
çıkmış medeniyet ve insanlık anlayışında yatıyor.”11
İslam
toplumunun nasıl bir toplum, davanın nasıl bir dava olduğundan kısaca bahsedip,
toplumun bu dava yolunda uyması gereken kuralların ve devlet anlayışının, diğer
ideolojilerden nerelerde ayrıldığına ve nasıl hepsinden üstün olduğuna ana
hatlarıyla değindik. Sezai Karakoç, onlar ne kadar çok ve hileli çalışırlarsa
çalışsınlar, hakikatın ergeç meydana çıkacağına tüm yüreğiyle inanmış ve ona bu
inanç, ömrü boyunca ilham kaynağı olmuştur. Tüm samimiyetiyle yazılarında ve
konferanslarında, “İslam’ın, dünyanın
en tabiî ve en orijinal rejimi olarak, komunizmden olduğu gibi kapitalizmden de
ayrı, ikisinden de karşılaştırılmayacak kadar üstün, tek ve mutlak hakikat
görüşü”12 olduğunu
haykırmıştır.
Diriliş eri,
barış yanlısı olmasıyla beraber gerçek barışın sağlanması için en savaşçıdan
daha savaşçı, en radikalden daha radikaldir. Kelimelerin dış manalarına
takılmamanın, ön yargıları yok ederek, her türlü fikre açık bir şekilde, bilgi
aşkının sonucunda ortaya çıkan sitenin işçileridir diriliş erleri. Büyük İslam
inancına sahip bir uygarlığın nasıl bu duruma düştüğünü iyice araştırıp, Doğu
ve Batı’nın tüm bilginlerini, “Hakikat
müminin kaybolmuş malıdır, nerede bulursa alır.” hadisinden yola
çıkarak okumuş, kendine çeki düzen vermiş, Doğu’yu ve Batı’yı en ince
ayrıntılarına kadar tanıyan erler, erenlerdir. Maddiyatı ve maneviyatı bir
çizgi üzerinde götürmeyi başarabilen, ne maneviyatın çizgilerini darlaştıran,
ne de maddiyatın çekiciliğine hapsolmaya gidip materyalizme saplanan,
istikametini şaşmadan yürümeyi bilen ve Doğu ile Batı’yı da karşılaştırırken bu
halini bozmayanlardır.
SONUÇ:
“BİR İSLAM HARİTASI” İÇİN “İTİRAF”
Cebelitarık’tan
Cava adasının sonuna kadar sınırlarda tel örgü olmadan uzanan, Abadan, Musul,
Kuveyt ve Uhut petrollerinin tek boruda toplandığı tek devlet, Nil boyu,
Maveraünnehir, Konya Ovası ve Pencap bölgesi baştan başa ve bereketle ekili;
yemyeşil, Karabük’te olduğu gibi, her köşesindeki bacalarından tüten mesut
dumanlardan yükselen ideali; Mekke, Medine, İstanbul, Bağdat, Şam, Halep,
Kahire, Tahran, Semerkant, Tunus, Fas, Cezayir, Nijerya ve Pakistan
üniversitelerinden yükselen ile aynı ideal. Aynı ilim ışığıyla aydınlanmış
gençlerden en ücra köşelere kadar yayılmış idareciler kadrosu ve teknisyenler
ordusuyla, tüm ülkeyi örümcek ağı gibi saran demiryolu ve tek çizgi asfaltı,
mesut kadınları, sıhhatli çocukları, çalışkan erkekleri, gazeteleriyle tek asıl
hakikatin başka açılardan alınmış fotoğrafı, bu manzaralardan örülü nûrânî orman,
başka kültürlere karşı başı dimdik bir kültür ve bütün geyikler ile av
kuşlarının, dışarıdaki vahşi deliliğin elinden kaçarak sığındığı emin ülke:
İslam ülkesi. “Dirilmiş bir gençlik,
aydınlık bir gelecek, altın bir şimdiki zaman. Size bir harita açtık. Bir rüya
haritası. Gerçekleştirilecek tek rüya.”13
Çağımız insanı
hep bir kaçış halinde, kendinden ve gerçeklerden. Oysa bir itirafla
başlayacaktır ruhun dirilişi. İnsan, kendi kendine sadece suçlarını değil, ruh
tembelliğini, çalışmaktan kaçışını da itiraf etmeyi öğrenmelidir. Papaza günah
itiraf etmek, insanın kendi kendisiyle hesaplaşmaya cesaret gösterememesinden
ötürü doğan ruh gerilimini gidermek içindir. İnsanın kendiyle hesaplaşması “en
güç” şeydir. “İtiraf bilincine ermek, insan için, en zor varılan bir kişilik
durumu, en çetin bir ruh yüceliği verimi, en güç kazanılan bir durumalış
özelliğidir. İtiraf, bizzat yaşamaya öz eleştiri dinamiğini katmak demektir.”14
İtiraf, ruhun yaralarını ve çirkinliklerini teşhir etmek değil, aksine
sırlarına bir saygınlık kazandırmaktır. İtiraf bir hastalık değildir, sonsuz
hayata açılacak bir kapı olan dünyada, kendini sonsuza hazır etme egzersizidir
dolayısıyla tam manasıyla sağlıktır. Ve“Suçunu kendine itiraf edecek kadar
bilmeyen insan, onu hiç bilmiyor demektir.”14 İnsan
kendini, kendine itiraf aynasından bakmakla tanır.
Diriliş
atılımının başlangıcı itiraftır ve tek kişinin itirafı olduğu gibi,
toplumların, insanlığın da itirafı vardır. İnsanlığı kurtaracak yola ilk adım,
itiraf adımıdır. İnsanlık, vahiyden, peygamberlerden uzaklaştıklarını itiraf
etmedikçe dünyadaki cehennem hayatı sona ermeyecektir. Çağımızda uygarlık diye
sarıldığımız şeylerin çirkinliklerini, barbarlıklarını, gerçek çehrelerini ve
geçmişin hakikatlerini diriltme zamanı geldiğini itiraf etmemiz gerekmektedir.
Yeni denilenin hiçte yeni olmadığını, asıl yeninin eski denilen olduğunu görüp,
sarılmalıdır insanlık.
“Hakikat
aşınmaz. İpekten yumuşaktır hakikat, ama çelikten de, elmastan da, platinden de
serttir. Onların aşındırmak için yaptıkları, sonunda hakikatın daha iyi ortaya
çıkmasına yarayacaktır. Ve hakikat erlerinin çalışmalarına Allah’ın verdiği
zafer bir gün gerçekleşir, ölüm ve batım günleri sona erer, Diriliş günü
gelir.”15
Diriliş erinin
bilmesi gereken şey; “Güneşin doğmasını sabırsızlıkla bekleyen
insan, uykuda kalmaktan korkuyorsa, bütün geceyi uykusuz geçirmeyi göze
almalıdır.”16
Mustafa ÇOLAK
Kaynaklar:
1: Mustafa
Köneçoğlu, Modern Yazı Bağlamında Dil-İnsan Ya Da Yazı’nın Beşerileşmesi, Hece,
sf.37, Sayı:135, Mart 2008
2: Sezai Karakoç,
Çağ ve İlham II Sevgi Devrimi, s.137, Diriliş Y., İst.2007
3: Sezai Karakoç,
Çağ ve İlham II Sevgi Devrimi, s.129, Diriliş Y., İst.2007
4: Sezai Karakoç,
Çağ ve İlham I Metafizik Gerilim Şartı, s.18, Diriliş Y., İst.1999
5: Sezai Karakoç,
Varolma Savaşı, s.16, Diriliş Y., İst.2003
6: Sezai Karakoç,
Çağ ve İlham I Metafizik Gerilim Şartı, s.101, Diriliş Y.,İst.1999
7: Sezai Karakoç,
Çağ ve İlham III Yazgı Seçişi, s.64, Diriliş Y., İst.1998
8: Sezai Karakoç,
Diriliş Muştusu, s.40, Diriliş Y., İst. 2003
9: Sezai Karakoç,
Diriliş Neslinin Amentüsü, s.8, Diriliş Y., İst.2005
10:
Sezai
Karakoç, İslam, s.79, Sitemizde Eşitlik, Diriliş Y., İst. 2005
11: Sezai Karakoç.
Çağ ve İlham IV, s.51, Toplum ve Devlet, Diriliş Y., İst 1996
12:
Sezai
Karakoç, İslam, s.84, Diriliş Y., İst.2005
13:
Sezai
Karakoç, Dirilişin Çevresinde, s.136, Bir İslam Haritası, Diriliş Y., İst.2000
14: Sezai Karakoç,
Yazgı Seçişi, s.103, Diriliş Y., İst.1998
15: Sezai Karakoç,
Metafizik Gerilim Şartı, s.30,31, Diriliş Y., İst.1999
16: Sezai Karakoç,
Sevgi Devrimi, s.125, Diriliş Y., İst.2007
1 yorum:
paylaşımlarınız için teşekkürler.
Yorum Gönder