12 Kasım 2012 Pazartesi

OKUMA NOTLARI

 
-Fernando Pessoa-
Birden, yapayalnız kalıyorum dünyada. Manevi bir çatının tepesinden seyrediyorum bütün bunları. Dünyada yalnızım.

Görmek, uzakta olmaktır. Açıkça görmek, durmaktır. Tahlil etmek, yabancılaşmaktır. İnsanlar bana değmeden geçiyor yanımdan. Etrafımda havadan başka şey yok. Kendimi o kadar tecrit edilmiş hissediyorum ki, üzerimdeki giysiyle aramdaki boşluğu bile algılıyorum.

Çocukluğuma dönüyorum, sırtımda gecelik, elimde doğru dürüst yanmayan bir kandil, kocaman, ıssız bir evde yürüyorum. Canlı gölgelerle kuşatılmışım -yalnızca gölge bunlar, donup kalmış mobilyaların, yanımdan yürüyen ışığın kızları.

Aynı gölgeler burada, güneşin altında da sarıyoru dört bir yanımı ne var ki sapına kadar gerçek insanlar bu seferkiler…

Huzursuzluğun Kitabı, S. 97-98

 
-Fernando Pessoa-
Bir roman kahramanı, okunmuş bir hayat olup çıktım. Hissettiğim her şey, sadece ve sadece (bütün çabalarıma rağmen), yazılmak üzere hissediliyor. Ne düşünürsem anında kelimelere dökülüyor, imgelere karışarak bozuluyor, belli ahenklere kavuşuyor, ne var ki o ahenkler de çoktan başka şeye dönüşmüş oluyor.

Kendimi durmadan silbaştan kurgulamaktan mahvoldum. Kendimi düşünmekten düşüncelerim haline geldim, ama artık ben değilim. Kendime iskandil salladım, sonra iskandili bırakıverdim elimden; ömrüm, derin miyim, değil miyim diye düşünmekle geçiyor, ama artık bakışlarımdan başka iskandilim yok, baş döndürücü bir kuyunun kara aynasında, kendi yüzümü gösteriyor bana bakışlarım, yüzü onu seyretmemi seyrediyor.

Huzursuzluğun Kitabı, S.196


-Fernando Pessoa-
Bazen hüzünlü bir hevesle, günün birinde, bir parçası olmayacağım bir gelecekte bu sayfaları beğenenler çıkarsa, nihayet beni “anlayan” birine, içinde doğup sevebileceğim gerçek bir aileye kavuşmuş olacağımı düşlerim. Ne var ki, doğmak şöyle dursun, o zaman çoktan ölmüş olacağım ben.

Günün birinde, yüzyılımızın oldukça büyük bir bölümünü yorumlamayı görev bildiğim –hatta doğuştan gelen bir özellik diyebilirim buna- ve bu işi herkesten iyi yaptığım anlaşılacak; ve gün, kendi zamanımda anlaşılamadığım, ne yazık ki kayıtsız ve soğuk insanların yaşadığım yazılacak, başıma gelenlere ah vah edilecek. Ve bütün bunları yazan kişi, kendi zamanında yaşayan ya da şimdi etrafımda olan benim gibi insanları anlayamamakla büyük bir günah işlemiş olacak. İnsanoğlu ancak, çoktan göçmüş dedelerinin işine yarayacak türden şeyler öğrenir. Hayatın gerçek kurallarını ancak ölülere belletmeyi biliriz.

Huzursuzluğun Kitabı

-Fernando Pessoa-
Razı olmak boyun eğmeyi ifade eder; öte yandan yenmek razı olmak demektir, dolayısıyla ucu yenilmeye çıkar. İşte bu yüzden her zaferle insan biraz daha bayağılaşır. Galipler, onları savaşmaya, zafere götürmüş olan yorulabilme yetisini, bugünün karşısında yitiriverirler. Hallerinden memnundurlar artık, oysa insan ancak bir şeye razı olursa, galiplerin zihniyetine sahip değilse memnuniyet duyabilir.

Yenmeyi bilenler, hiç yenmemiş olanlardır. Güçlü olan, kendi cesaretini durmadan kırabilendir. En iyisi, en soylusu vazgeçmektir. En yüce imparatorluk, normal hayattan, başkalarıyla görüşmekten vazgeçen, üstünlük kaygısını sırtında bir mücevher sandığı gibi hissetmeyen, altında ezilmeyen bir imparatorun hükmünde olandır.

 Huzursuzluğun Kitabı
 
 
 
-Fernando Pessoa-
29 Mart 1930
Gençlerin çoğunun Tanrı inancını yitirdiği ve bunu vaktiyle atalarının Tanrı’ya inandığı gibi, yani niye olduğunu bilmeden yaptığı bir zamanda doğdum. Ve insan ruhu, düşünmek yerine hissettiğinden, bundan dolayı da doğal olarak eleştiriye yöneldiğinden, bu gençlerin çoğu Tanrı’nın yerine insanlığı koydu.

Ben ne olursa olsun ait olduğu ortamın hep kıyısında duran ve yalnızca bir parçası olduğu kalabalığı değil, aynı zamanda yanı başındaki büyük boşlukları da görebilenlerdenim. İşte bu nedenle Tanrı’yı onlar gibi büsbütün terk etmedim, ama İnsanlık düşüncesini de kabullenmiş değildim kesinlikle. Düşük bir ihtimal de olsa Tanrı varolabilirdi, bu durumda ona tapmak da gerekebilirdi; İnsanlık ise, adına insan denen bir hayvan türünü ifade eden, basit, biyolojik bir kavram olmaktan öteye gitmiyor, bu nedenle de herhangi bir hayvan soyundan daha fazla hak etmiyordu tapınılmayı. İnsanlık kültü, Özgürlük ve Eşitlik gibi kutsal kavramlarıyla hayvanların tanrı sayıldığı, tanrıların da hayvan kafalı olduğu antik dinlerin dirilmiş hali gibi gelmiştir bana hep.

Tanrı’ya inanmadığımı biliyordum, fakat düpedüz bir hayvan sürüsüne de inanamazdım; böylece ben de bazı insanlar gibi kalabalıkların sınırında, yani halk arasında, Çöküş diye tabir edilen o her şeye uzak noktada kaldım. Çöküş, bilinçaltının tamamen yitirilmesi demektir, çünkü bilinçaltı yaşamın temelidir. Kalp düşünebilseydi, atmaktan vazgeçerdi.

Yaşamayı bilmeden yaşayan bizlere, her şeyi reddetmekten başka hayat tarzı, dünyayı seyretmekten başka yazgı kalıyor muydu?

Huzursuzluğun Kitabı

2 yorum:

Elma Lekesi dedi ki...

Pessoa okumak benim için eşsiz bir deneyimdi. Derleme için teşekkürler! :)

Alchemist dedi ki...

insan 'huzursuzluğun kitabı' nı komple alıntılamak istiyor. :)