Sabaha kadar durmadan değil, dura dura yazacağım. Ara
ara molalar vererek. Dünya değiştirerek yani. Kopuk kopuk, parça parça…
Yazarken her duraksama, dünyalar arası geçiştir benim için. Oradan oraya
zıplarım dağ keçileri gibi. Fakat yeşillikler her zaman yeşil olmaz bu
zamanlarda. Görmek istediğim gibi görür ya da işime geldiği gibi anımsarım.
Sessizlik güzel gelmişti bugüne kadar bana,
sessizlikte ölüm kokusu vardı. Oysa yaşam, göz kırpıyor kocaman gözleriyle ve ben
ben değilim nicedir. Büyük bir yapıt yaratmaktan daha sevimli görünüyor olsa
gerek güzel bir yaşamı elde etmeyi başarabilmiş olmak. Ya da başarmaya
kalkışmak.
Yaşamak mı yazmak mı? Yaşayamadığımın farkına
vardığımı sanmıştım. Aksine yazamıyormuşum. Ya da bu da bir halusinasyon. Belki
hem yazamıyor hem de yaşayamıyorumdur. Zaman gösterecek. Hayır, zamana
göstereceğim. Zaman geçirme merâsimindeyim. Evet merâsim. Gösteriş, şatafat hat
safhada. Kendi kendine ve usulca neden zaman geçiremez insanoğlu da yazı yazar?
Sabaha kadar yazacağım dedim ya siz şimdi gece
sanıyorsunuz. Oysa şu an gece değil, güneş tam tepede fakat ben gece sanıyorum.
Neden mi? İyi yazılar geceleri yazılır diye kazınmış beynime. Bir aldatmaca
daha! Gece insanın yüreğindeyse iyi yazı günün her saatinde yazılır.
Ben bir dağ keçisiyim. Sıçrayışlarımı mazur görün… Yaradılışım
gereği yapıyorum bunu, inanın suçum yok. Kırmızı ve yeşillerle kaplı bir dünya
düşünün ki araya küçük bir mavi sıkışmış. Koca bir alan yeşil ve koca bir alan
kırmızıyken aralarında küçücük bir nokta mavi… Hangi renk daha çok dikkat
çeker?
Anlatmak için soyutlaştırmak lazım. Görüneni
görünmeyenle, olanı olmayanla anlatmak hep daha açıklayıcı olur. Öyleyse
anlamak için de soyutlanmak lazım. Soyut… Ne güzel kelime…
Bizmutun simgesini sormaktan usanmadı bulmacalar
yıllar yılı. Simgeler bu kadar önemli demek ki.
İnsanın simgesini bilen var mı? Neye bakınca insanı
anlarız?
Mustafa Çolak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder