10 Nisan 2012 Salı

AH, GÜZEL AHMET ABİM

                                        Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
                                        Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
                                        Mendilimde kan sesleri. (E.Cansever)

                                                                        ***

Edip Cansever'inki gibi güzel bir Ahmet Abisi olmalı insanın. Arada oturup dertlenebildiği, yanında kendini özgür hissedebileceği bir Ahmet Abisi... Hayatın insana hiçbir şey öğretmediğini nefesi kesilinceye kadar haykırabileceği, belki bunu sessizlikle, hiçbir şey söylemeden yapabileceği bir Ahmet Abisi...

Tavandan üzerime kireçler dökülüyor. Evet, benim bir tavanım var. Evdeyim yani. Uzun süreden sonra ilk kez Ahmet Abiyle sokaklarda değiliz. İlk kez akşam saatlerinde tren yolunun altından geçmiyoruz ve o alt geçitte bir gün cennete açılacağını sandığımız kapıya doğru yürümüyoruz. O kapı ne zaman açılacak?

Hep birilerinin altında ezilmişlik duygusuyla bir araya geldik onunla. Hayatın yükünü birilerine yükledik belki de. Ahmet Abi anlattı kendisine yanlış yapanları, sonra ben anlattım bana yanlış yapanları. Günün yorumlarını bitirdikten sonra oturup, karşılıklı çaylarımızı içerken artık konuşacak bir mevzumuz kalmaz, saatlerce tek kelime etmeden oturup beraberce sıkılırdık bu hayattan. Günün anlamsız ve önemsizliğini belirten cümle hep benden gelirdi. Cümlelere ne gerek var, günün anlamsız ve önemsizliği beraberce sıkılmamızdan belli değil miydi?

Çocukluğumuzdaki aptallıklarımızdan kurtulamayışımız, sevdiklerimizi gönlümüzce saramayışımız mı bizi bir araya getirendi yoksa? Aslında benzer sıkıntılarımız, darmadağınlığımızda birbirimizi görüyorduk. Ve biliyorduk bu noktadan sonra çabalamak boşunadır. Konuşmak ise saçma... Yüz ifademiz her şeyi anlatırken daha ne konuşabilirdik ki?

Bizimkisi yenilgiyi kabullenmek değildi. Oyunu hiç oynamamıştık ve dolayısıyla yenilmemiştik. Oyun bizim umurumuzda değildi, bırakalım insanlar oynasındı. Dışarıdan izlemek ve yorumlar yapmak en iyi yaptığımız işti. Ve Ahmet Abiyle ne zaman ani bir kararla; "Hadi!" diyerek yaşamaya kalksak, sonu hep hüsranla bitmişti. Her denemenin sonunda yine, birbirimize sorular sormaya bile mecalimiz olmadan karşılıklı çay içerken buluyorduk kendimizi. Ne de olsa hiçbir sorunun cevabı susuzluğumuzu gidermezdi. Sadece suyu içmemiz gerekliydi.

İnsan bazen onurunu ayaklar altına alıp çiğnemekten çekinmez, hatta farkında olmadan bundan garip bir haz da alabilir. Bunun sebebi, gururdan ve onurdan daha fazla değer verilmesi gereken bir şey olduğuna inanmasıdır. Bu şey ise genellikle aşktır. Benini kutsayanlar için aşk, insanı onurlandıran, gururuna gurur katan bir araç iken, benini hiçe sayanlarca varılması gereken son noktaydı. İşte kadın erkek arasındaki çatışmanın kaynağı da iki tarafın farklı aşk anlayışlarına sahip olmalarında yatıyordu. Bir taraf gururunu gözünü kırpmadan çiğnerken, diğer taraf onun bu yaptığına hiçbir anlam veremeyip karşısındaki insanı kendi çerçevesinde, kendi kapasitesi nispetince tanıyıp hüküm veriyordu. Bu hüküm verme ise oturup düşünmeyle, yargılamayla değil, an içinde hisler doğrultusunda olan bir şeydi. İnsanın hislerini yönlendiren de temeldeki kurulu aşk anlayışıydı.

İşte biz, aşk deyince kendinden geçen anlayışla geçmişinde, gururunu bu şekilde tabanlarına yapıştıranlardık. Artık hep Ahmet Abiyle mevzunun en başına bakıyorduk. Yani aşka kadar gelmeden önce, kadın erkek arasındaki dostane ilişkilerin ne kadar da saçma olduğunu görürsek, mecazi aşkın da bir an önce aşılması gereken aptalca bir gençlik tutkusundan ibaret olduğunu anlardık.

Bu ilişki denilen basitliklerden fena halde sıkılmıştık. Bizi kullanan insanlar da olmuştu, sesimizi çıkarmamıştık. Kullanılmayı kabul ettiysek, bir gün her şeyin bizim olacağına dair inancımızdandı belki. Gerçek dostluk ilişkisi ise her şeyden önce ruhların basit ayrıntıları aşmasıyla başlıyordu. Ahmet Abiyle aramızda üstünlük kurma çabası, altta kalma korkusu gibi çekişmelere yer yoktu ve sanırım bu yüzden birbirimizi çok seviyorduk.

İnsanlar birbirlerini başarılarına göre değerlendiriyorlardı. Ya da karşısındakini iyi insan-kötü insan diye ayırarak sevmeye veya sevmemeye karar veriyorlardı. Biz ise başarısız ve kötü insanlar olduğumuz halde, birbirimizi gördüğümüzde sebepsizce sevinebiliyorduk. İşte tam olarak bu yüzden en başta söylediğim sözü şimdi tekrar etmek istiyorum: Edip Cansever'inki gibi güzel bir Ahmet Abisi olmalı insanın. Bu güzellik Ahmet Abinin güzelliği değil, sevginin güzelliğidir.

Mustafa Çolak

Hiç yorum yok: