-Abi ne zaman çıkacaksın?
-Nereye?
-Ferzan Bey’e.
-Öğleden sonra çıkacağım, siz Muhsin Bey’den gelen sipariş
formlarını toparlayın. Hiçbir eksik kalmasın. Ferzan Bey yarın yurt dışına
çıkıyor. Bana bak; tek bir eksik form kalırsa kıyıda köşede, sonra gelip de abi
imzalanmadığından sipariş geçemedik, bilmem ne derseniz, kabul etmem! Adam bir
hafta yok.
-Toparladık abi. Hazır.
-Tekrar bak, kontrol et. Ben toplantıya geçiyorum. Al
telefon sende kalsın.
Masasının üzerinde evraklar yığılmıştı. Kendisinin yapacağı
tek hamleye bakan bir ton firma ve bir ton yönetici vardı. Tek bir hatayla ekmek
kapısını binlerce lira zarara sokabilirdi. Çok dikkatli olmalıydı. Yapacağı işleri
tek tek not aldığı halde, gözden kaçırmış olabileceği işler olabilirdi. Tekrar
tekrar yaptığı ve yapacağı her işi hızlıca kontrol etmeliydi. Zamanın buna
yetmesi imkânsızdı ama yöneticilerine asla; “zaman yetmiyor” diye bir mazeret
sunamazdı. Onun işi zamanı yetirmekti.
Alnında boncuk boncuk terler, yaptığı keskin hareketlerden
sonra evrakların üzerine damlıyordu. Ofisin tek bir penceresi yoktu ve küçücük
odada altı kişi çalışıyorlardı. Telefonlar susmuyor, gelip giden firma
temsilcileri eksik olmuyordu. Bu boğucu ortamda düzenli, seri ve disiplinli
çalışmak zorundaydı.
Bilgisayar başında kaydettiği belgeyi var gücüyle ararken
bir an durdu. Zamanında yanlışlıkla kaydedip, silmeyi unuttuğu bir fotoğraftı
onu durduran… Şimdi de yanlışlıkla açmıştı. Açtığı gibi de aklından tüm işler
çıkıp gitmişti. Yer, zaman, kimlik hafızası bir anda adeta silinmişti. Durdu,
durdu ve durdu… Öylece ekrana bakıyordu. Baktıkça farkında olmadan yüzünde
tebessüm oluşuyor ve her saniye daha çok belirginleşiyordu.
“Alooo!” sesiyle irkildi. “Yemeğe çıkıyoruz, geliyor musun?”
“Ha… Yok… Siz çıkın. Ben sonra yiyeceğim.” Diyebildi. Ve
herkes gidince arkalarından kapıyı kapatıp ekrana bakmaya devam etti. Aklına
gelen delice fikir kalbinin hızla çarpmasına neden olmuştu. Bunca zaman sonra
tekrar sesini duymak… Acaba?... Olur muydu?... Nasıl olurdu?
Aradı. Parmakları rakamların yerini hiç düşünmeden,
kendinden hareket edip numarayı çevirivermişlerdi. Hayret etti. Bırak
numarasını unutmayı, çevirirken teklememişti bile.
Ve o ses:
-Efendim.
-Alo.
-Efendim?
-Vedat ben.
-Vedat?
-Vedat… Vedat Keskin.
-Aaaa! Vedaat! Napıyorsun, nasılsın?
-İyi. Napim. Çalışıyorum. İşte… Sen?
-Aynı valla bildiğin gibi koşturmacaya devam…
-Aynı mı her şey?
-Aynı aynı hiçbir değişim yok. Sende ne var ne yok?
-Ben de öyle… Hep… Aynı yani…
-Hayırdır? Nereden esti böyle aramak?
-Hiç. Öyle. Ne bileyim. Merak ettim… Neler yapıyorsun?
-…………
-…………
-…………
-Bir ihtiyacın olursa her zaman arayabilirsin. Çok mutlu
oldum aradığına.
-İhtiyacım
oldukça ararım.
İki dakika konuştuktan sonra telefonu kapattı. Yaşamak için
nefes almaya ihtiyacı vardı.
Tankut
Tiran
edebifikir